Learning Turkish online to fluency

Advanced Turkish. George Orwell: Bin Dokuz Yüz Seksen Dört [7]

Advanced Turkish reading exercise

Bin Dokuz Yüz Seksen Dört
George Orwell

+ + +

Winston sırtını tele-ekrana verdi. Gerçi, çok iyi bildiği gibi, bir sırt bile bir şeyleri ele verebilirdi, ama yine de böylesi daha güvenliydi. Winston’ın çalıştığı Gerçek Bakanlığı, bir kilometre ötede, kirli manzaranın üzerinde koskocaman ve bembeyaz yükseliyordu. Burası, diye düşündü belli belirsiz bir hoşnutsuzlukla, burası Londra’ydı, Okyanusya’nın üçüncü en kalabalık eyaleti Havaşeridi Bir’in ana kenti. Bu kent eskiden de az çok böyle miydi? Çocukluğunun Londra’sını anımsayabilmek için belleğini zorladı.

[George Orwell, Bin Dokuz Yüz Seksen Dört, birinci bölüm, I., Can Yayınları, İstanbul, 1984 (56. basım, 2016), s.15]

+ + +

Turkish words and phrases

sırt, back {of human body}; tele-ekran, telescreen; Winston sırtını tele-ekrana verdi, Winston turned his back to the telescreen; gerçi, albeit, although; çok iyi bildiği gibi, as he well knew; bir sırt bile, even a back; ele vermek, to reveal; bir şeyleri ele verebilirdi, it could reveal things [it could be revealing]; güvenli, safe; ama yine de böylesi daha güvenliydi, nonetheless it was safer that way; çalışmak, to work; gerçek, truth; bakanlık, ministry; Gerçek Bakanlığı, Ministry of Truth; bir kilometre ötede, a kilometre away; kirli, grimy, dirty; manzara, landscape, view; kirli manzaranın üzerinde, above the grimy landscape; koskocaman, enormous, gigantic; bembeyaz, extremely white, whiter than white; yükselmek, to rise; belli belirsiz, vague, indistinct; hoşnutsuzluk, distaste, disfavour; Okyanusya, Oceania; üçüncü, third; en kalabalık, most populous; eyalet, province; havaşeridi, airstrip; Havaşeridi Bir, Airstrip One; ana kent, chief city; eskiden, in the past, once upon a time; az çok böyle, quite like this, more or less so; çocukluk, childhood; çocukluğunun Londra’sı, the London of his childhood; anımsamak, to recall; anımsayabilmek, to be able to recall; bellek, memory; zorlamak, to compel, to constrain; belleğini zorladı, he strained his memory.

Original version in English

Winston kept his back turned to the telescreen. It was safer, though, as he well knew, even a back can be revealing. A kilometre away the Ministry of Truth, his place of work, towered vast and white above the grimy landscape. This, he thought with a sort of vague distaste — this was London, chief city of Airstrip One, itself the third most populous of the provinces of Oceania. He tried to squeeze out some childhood memory that should tell him whether London had always been quite like this.

+ + +

See all excerpts from 1984 in Turkish

See all advanced Turkish lessons